ramazan yemekleri ve iftar sofraları
|
Vekil, vezir ve büyüklerin konaklarının birçoğunda yemeğe ara verilmek usulü kabul edilmiş bulunduğundan, iftar vaktine birkaç dakika kala, hazır bulunanların önüne ufak tepsilerde reçel, peynir ve zeytin gibi kahvaltı ve bir iki ufak kâse de çorba konurdu. İftardan sonra nargile, çubuk, kahve, enfiye vs. gibi şeylerle, keyifler yerine getirilirdi. Mükellef giyinip kuşanmış olan iç ağaları, hizmete hazır bir durumda beklerlerdi. Gerçi yemekten önce ve sonra, leğen ve ibriklerle eller yıkanmak adet ise de, yemeklerin ellerle yenmesi çirkin görüldüğünden, sonraları yavaş yavaş çatal, kaşık bulundurulması da yaygınlaşmıştı. Vaktiyle öd ve amber yakılarak her tarafı kokulara boğmak adetti. Büyük dairelerde kahve, çubuk gelmesinde de bir çeşit teşrifat vardı. Evvela çubukların uzun olması ve kıymetli kehribar ve süslü imamelerle bezenmiş bulunması, mevcut misafirlere bir anda verilmesi şart idi. Hatta Hariciye Teşrifatçısı Kamil Bey, hizmetkârların çubuk getirmesinden kinâye ‘Bu kargılı heriflerden ne zaman kurtulacağız?’ derdi. Kahve takımını dairenin kahvecibaşısı getirip, odanın uygun yerinde durur, kahve ibriği, soğumaması için ‘stil’ denilen gümüş zincirli ateşliklere konulurdu. Bu stili taşıyan yamak da, kahvecibaşının yanında bulunurdu. Ne kadar misafir varsa, o kadar ağa kahvecibaşının, çevresine dizilirdi. Tepsinin üzerinde bulunan sırmalı örtüyü kıdemli iç ağası kaldırıp kahvecibaşının omzuna kor, sonra ağalar kafesli gümüş zarflarla, fincanları alıp, ateşlik üzerinde bulunan ibrikten kahveyi koydurup, zarfın ucundan tutmak şartıyla, yine bir anda misafirlere verirlerdi.”
Aşçılar Ordusu
Balıkhane Nâzırı Ali Bey, bu arada Mısırlı Fâzıl Mustafa Paşa’nın konağındaki iftar ve sahur ziyafetlerinden de bahsederek şunları yazmaktadır:
“Mustafa Paşa dairesinin gerek Ramazanlarda, gerek diğer günlerde yemekleri, diğer vekillerin dairelerinde çıkan yemeklerin hiç birisine benzemez. Çünkü Türk aşçısı, Frenk aşçısı yemeklerinden başka, diğer deniz mahsullerinden kilercibaşı birtakım yemekler daha hazırlardı. Yemekler gayet lezzetli, kaplar büyük, porsiyonlar çoktu.
İftarlardan başka, sahur yemekleri de konuşulmaya değer. Dana, hindi ve av etlerinden yapılmış soğuk yemekler verildiğinden, birçok kişi sahur yemeğine de giderlerdi. Mustafa Paşa dairesinde usta, kalfa ve çırak olarak kırk beş Türk aşçısı olduğu ve o nispette alafranga ve kadın aşçıları bulunduğu ve hele Karanfil Kalfa’nın haremde pişirdiği yemeklerin lezzeti, o zamanları bilenlerin malumudur.”
Ramazan’da ekâbir konaklarında iftar yemeği Abdülaziz Bey’in “Osmanlı Âdet Merasim ve Tabirleri” adlı eserinde şöyle nakledilir:
“Yüzyılın başında Ramazan geceleri iftar yemekleri, İstanbul’un bütün evlerinde herkesin kudretine göre birer darü’l-tabak (ziyafet evi) haline gelirdi. Herkes akraba ve ahbaplarım evine iftara davet eder, ikram ederek kudretince ziyafet vermeye çalışırdı.
Vüzera ve ricalden olan kübera hanelerinde hususi davetler verildiği gibi, kapıları her gece isteyen ahbap ve misafirlerine açık olurdu. Misafirlerden başka fakir halk için de üç - beş sofra hazırlanır, gelen geri çevrilmez içeriye alınır. Tatlılarıyla her türlü yemek verilerek iftar ettirilir, her birine “diş kirası” adıyla uygun miktarda atiyyeler verilirdi. Vezirlerle pek büyük rical konaklarında Ramazan akşamları önemli hazırlıklar yapılır, süslü ve mükellef sofralar kurulurdu. Büyük konaklarda ev sahibi için hazırlanan sofradan başka, her günkü gibi kâhya odasına, divan efendisi, kitapçı, mühürdar ve imam efendi odalarına da zengin sofralar kurulur, gelen misafirler rütbelerine göre buralara alınırdı. Hane sahibinin her akşam kurulan sofrasına Ramazan’a mahsus olan ekmeklerden başka uzun yumuşak pideler, yine iftarlık olarak çeşitli ufak halka çörekler, yine iftar için gümüş veya değerli bir pulad tepsiye çeşitli meyvelerden yapılmış reçeller, sucuk, pastırma, peynirler ve özellikle burma ile türlü türlü zeytinler konduğu gibi; ortasına da saplı, kulplu ve kapaklı elmastıraş denilen billürdan çok küçük sekiz - on kadar bardak içinde Mekke-i Mükerreme’den getirilmiş zemzem-i şerif konurdu. En ağır kıymetli takım ve tabaklar, sırmalı havlular, gümüş leğenler hazır edilirdi. İftar vaktine, yani oruç bozmaya yarım saat kala odanın uygun bir köşesine konmuş buhurdanlarda ödağacı veya buhur, pek kibar ailelerde anber yakılır, odanın kapısı çekilirdi. Akşam ezanına tam bir çeyrek kala hane sahibi yemek odasına girer, ayakta kendi sofrasına alınacak misafirlerin gelişini bekler, karşılar, herkes sofrada yerini alınca daire imamı efendi derhal Kur’an-ı Kerim’den bazı âyât-ı celile (yüce ayetler) okumaya başlar, hazır olanlar sessizce dinlerlerdi. Bu arada vaktin geldiğini bildiren top da atılmış olurdu. Önce zemzem-i şerif içilerek oruçlar bozulur, iftarlık denilen reçeller ve önlerindeki çöreklerden yemeğe başlanırdı. Yemekte mutlaka iki çeşit çorba ve saraykârî yumurta, en az üç çeşit tatlı, iki çeşit börek ve hoşaf ile beş - altı türlü sebze bulundurmak kibarlar için zorunlu idi. Her yemeğin hazırlanmasına dikkat edilir, nefasetine özen gösterilirdi. Eskiden iftarda kibar sofralarının pek meşhur tatlıları baklava, samsa, revani, şekerpare, dilberdudağı idi. Ramazan’da iftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması kibarlar arasında ayıptı.
Konağa davetlilerin dışında gelen misafirler de derece ve itibarlarına göre kâhya ve divan efendisi ve mühürdar gibi zatların odalarına alınır, iftar ettirilir, onlara da mükellef iftarlıklar, tatlılar, börekler ve her türlü yemek verilirdi. Gedikli ağalarla diğer ağalara, kavas ve aşçılara ve evdeki diğer hizmetlilere ayrı ayrı sofralar kurulur, her birine börek, tatlı konurdu. Konağın alt katına da iftara gelen mahalle bekçisi, sakası, amele ve diğer fakirler için onar kişilik en az üç - dört sofra hazırlanır, bunlara da birkaç çeşit reçel, simit, büyük bir kap ile çorba, mutlaka bir tatlı ve sebze yani sıra büyük bir lengerle bolca pilav verilirdi. Beraber getirdikleri tütünlerini ve evden verilen kahvelerini içerler, sonra hazinedar ağa tarafından diş kirası namıyla bir miktar attiye verildikten sonra giderlerdi. Evdeki diğer misafirler kahve ve çubuklarını içer, bir kısmı yatsı namazı vakti yaklaşınca gitmeye başlarlardı. Bunlar arasında mahallenin imamı, müezzini ve muhtarı gibi kimselerle diğer komşu ve mahalle ahalisinden atiyye verilmesi lâzım gelenlere de yine ayrı ayrı diş kirası verilirdi. Ev sahibinin geri kalan misafirlerine ikinci defa ikram edilen kahve, kakule denilen baharla birlikte pişirilirdi. Daha sonra bunlar da evlerine dönerlerdi. Hane sahibi tarafından maiyetinde bulunanlara veya arzu ettiklerine Ramazan hediyesi adı altında saat bile verildiği olurdu. Yatsı vakti gelince hane sahibi ile kalanlar hep beraber teravih namazı kılarlar, daha sonra geç saatlere kadar sohbet eder ve dağılırlardı.”
Konağa davetlilerin dışında gelen misafirler de derece ve itibarlarına göre kâhya ve divan efendisi ve mühürdar gibi zatların odalarına alınır, iftar ettirilir, onlara da mükellef iftarlıklar, tatlılar, börekler ve her türlü yemek verilirdi. Gedikli ağalarla diğer ağalara, kavas ve aşçılara ve evdeki diğer hizmetlilere ayrı ayrı sofralar kurulur, her birine börek, tatlı konurdu. Konağın alt katına da iftara gelen mahalle bekçisi, sakası, amele ve diğer fakirler için onar kişilik en az üç - dört sofra hazırlanır, bunlara da birkaç çeşit reçel, simit, büyük bir kap ile çorba, mutlaka bir tatlı ve sebze yani sıra büyük bir lengerle bolca pilav verilirdi. Beraber getirdikleri tütünlerini ve evden verilen kahvelerini içerler, sonra hazinedar ağa tarafından diş kirası namıyla bir miktar attiye verildikten sonra giderlerdi. Evdeki diğer misafirler kahve ve çubuklarını içer, bir kısmı yatsı namazı vakti yaklaşınca gitmeye başlarlardı. Bunlar arasında mahallenin imamı, müezzini ve muhtarı gibi kimselerle diğer komşu ve mahalle ahalisinden atiyye verilmesi lâzım gelenlere de yine ayrı ayrı diş kirası verilirdi. Ev sahibinin geri kalan misafirlerine ikinci defa ikram edilen kahve, kakule denilen baharla birlikte pişirilirdi. Daha sonra bunlar da evlerine dönerlerdi. Hane sahibi tarafından maiyetinde bulunanlara veya arzu ettiklerine Ramazan hediyesi adı altında saat bile verildiği olurdu. Yatsı vakti gelince hane sahibi ile kalanlar hep beraber teravih namazı kılarlar, daha sonra geç saatlere kadar sohbet eder ve dağılırlardı.”
İftar Sofrası ve Diş Kirası
“Diş kirasını” eskiler çok iyi bilir. Osmanlı döneminde zengin köşk ve konaklarda eşe dosta verilen iftar yemeklerinin yanı sıra fakir fukara için hazırlanan sofralarda da hani sadece bir kuş sütü eksik olurdu. Bu sofralara aileye kendisini yakın bulan herkes Tanrı misafiri olarak çat kapı gelebilir, besmeleyle orucunu açar, hayır duasını ederdi. Teravi namazına giderken bunlara kadife keseler içerisinde birkaç kuruş dünyalık vermek de âdettendi. Yemeğe katılan eşe dosta da “Diş kirası verilirdi. Bu para değildi. Gümüş tabakalar, kehribar tespihler, oltu taşı ağızlıklar vb. leri.
Kaynak: Nimet Berkok Toygar-Kâmil Toygar, Ramazan Yemekleri ve Mutfak Kültürü, Volkan Matbaacılık, s: 160, Ankara,1996.
Yorumlar
Yorum Gönder
adsız, bağlantı ve reklam içeren yorumlar spam olarak algılanır ve yayınlanmazlar.